Pazartesi, Ekim 25, 2010

AZZZını yapamıyorum:p

Kaldığımız evde uzun zamandır inceleyip okumak istediğim kitaplar vardı(3 raf dolusu)... Bir türlü zaman ve hal bulup seçemiyordum(öyle çok yorgunum kiii)...

Pazar günü önüne oturup isimlerinden ilk ilgimi çeken 3 tanesini seçtim ve 3'ünü de aynı anda okumaya başladım(bşy yapacaksam minimununu yapamıyorum nedense:))

1) Ancak Bir Benzerim Öldürebilir Beni, Cezmi Ersöz
2)
Tanrı Sana Küsmedi, Senai Demirci, Yusuf Özkan Özburun
3)
Fare Kapanı, Agatha Christie (Bonus olarak, mutlaka okunur, sıkmaz diyeee)

Bakalımmm bittiklerinde düşüncelerim ne olacakkk:p

Pazar, Ekim 10, 2010

Kadınlar her yaşta aşık, erkekler her yaşta mızmızzz:p

Sizlerle artık denediğim tedavi yöntemlerini paylaşmaya karar verdim. Hem çocuğu ya da tanıdığı veya kendisi benim hastalığımdan(CP,SP,cerebral palcy) olanlar için de yol gösterici olur belki… Kök hücre, şuan uygulanan Lokomat vs… Ama bunları daha uygun bir zamanımda anlatacağım… Bugün değineceğim konu çok başka…

Gittiğim fizik tedavi merkezinde(ki sonra bununla ilgili bilgiler paylaşıp tavsiye edeceğim…) çok farklı yaşlarda, çok farklı öyküleri, hastalıkları olan kişiler var ama çoğu sonradan felç olmuş hastalar… Ya aileleri ya eşleri, arkadaşları sevgilileriyle birlikte geliyorlar… Ben de bir yandan onları, diyaloglarını, davranışlarını fln gözlemliyorum tabii :) [pek de zvk alıyorum bu işten)

Bir adam var, 50 yaşlarında… Sanırım felç geçirmiş, sağ tarafı daha çok etkilenmiş… Konuşamıyor, yürüyemiyor… 45’li yaşlardaki eşiyle geliyor… Adam çok somurtgan… Eşi de bir o kadar sevecen… “Aşkım, bebeğim, acıyor mu? Yastağını şöyle çekiyim mi? Sen neleri atlattın vs vs…” hiç yanından ayrılmıyor, el ele… Yok, hiç yapmacık da değil, çok içten… Aşkla, sevgiyle ya da (ne derseniz diyin) etrafında pervane adeta… Onu görünce içiniz sevgiyle doluyor…

Diğer taraftan adam ise çok mızmız… Hiçbirşeyden memnun olmuyor, bağırıyor çok acı çekiyormuş gibi(belki gerçekten çekiyordur bilemem tabi… onlara elektrik veriolar tedavide çünkü.)… Herneyse oradaki bütün erkekler suratsız, mızmız, nazlı, acıya dayanıksız:S Hep onların sesi çıkıyor. Çok ilginç… Bu kadar tesadüf olamaz herhalde… Bu durum “Erkekler hiç büyümez”e örnek mi bilemem ama bir de “Neydim ne oldumm” diye üzülüp bunu gurur haline getirerek surat asanların da olduğu bir gerçek…

Pazar, Ekim 03, 2010

X kadar ömrünüz kalsa...

Geçenlerde 'kanser' muhabbetine fazlaca maruz kaldım... "'Şu kadar ömrün kaldı' deseler naparsınız?" konuşuldu sonrasında... "Moral çok önemli", "Ayyy ben öğrendiğim gün ölürüm"ler vs vs. Benim ise aklım daha başka yerlere gitti...

Şimdi bu yazacaklarım "hariçten gazel okumak" diye eleştirilebilir, hatta gerçekten öyle de olabilir... Ama bana "X ay kadar ömrün kaldı" deseler (tabii ki önce çok üzülürüm) buna neredeyse sevinebilir, biraz daha abartıp heyecanlanabilirim. "Yuh, ruh hastasıııııı" demeden önce bir sorun ama "Neden?" diyeeee(bilirsiniz neden diye sormadan anlatmam, öle beklerim:p)

- Neden?
- Sevinirim çünkü arkamda yarım kalmış bir iş vs bırakmamak için bir sürem vardır bildiğim. Beni çok zorlayacak olsa bile tamamlamaya, yapmaya çalışırım istediklerimi/yapmam gerekenleri... Heyecanlanırım çünkü o güne özel bir günmüş gibi hazırlanırım, doğum günü partisi, düğün vs gibi... Giymek istediklerimi, (varsa) saçımı başımı, nasıl görünmek istediğimi planlayıp hazırlarım coşkuyla tek tek... Benim bu coşkum, koşuşturmam ailemi de oyalamalı, üzülmeye vakit bulamamalılar... Tüm tanıdıklarımı görmek isterim son kez, o yüzden bir organizasyon düzenlerim herhalde... Bir yere gidiyormuş, temelli taşınıyormuş gibi veda etmek isterim. Beni özleyecekleri, benim özleyeceğim kişileri görmek, dokunmak, hissetmek son kez... Öyle yas gibi bir veda olmamalı bu; çok eğlenmeliyim, eğlenmeliyiz... Çıngınlar gibi gülmeliyiz, gözümüzden yaş gelmeli... Ama gülmekten... Gelen yaş, aklımızı başımıza getirmemeli, içimizdeki burukluğu belli etmemeye çalışmalıyız, boğazımız düğümlense bile... Ya da sonra "Ben de ölüyorum işteee yaaa" demeliyim, üzülmeliyiz, ağlamalıyız feryat figan... Çığlık çığlığa... Ama ben varken yapmalıyız bunu... Ben "henüz" gitmemişken, ölmemişken... İçimizde ne varsa dökmeliyiz o gün, o saatlerde... Daha sonra izleyemeyecek olsam bile her anı videoya alınmalı, bol bol fotoğraflar çekilmeliyiz sevgimizi yansıtan... ve -belki çok bencilim ama- aranızda, yanınızda gözlerim kapanmalı, gülümseyerek... Bir yanım hep sizinle kalmalı... Çok üzülünmemeli arkamdan... Yaşıyormuşum ama sadece bir daha görüşemeyecekmişiz gibi olmalı bu veda... Ardımda bırakacak olduğum herşey(aile, dost, hayvanım, özel eşya, giysi vs), ben varmışım ya da size emanet bırakmışım gibi özenle korunmalı, bakılmalı, durduğu yerde bırakılmalı sonra geri gelecekmişim gibi... Gömülüşüm de öyle olmalı, üzerimde en sevdiğim elbisem, taranmış saçlarım...(bu son 2 cümle biraz vasiyet gibi oldu...)

Böyle işte...

İtiraf etmeliyim ki yazdıkça içim burkuldu, gözlerimden yaş geldi, o anı yaşıyor gibi oldum... Allah herkese ağrısız, acısız (güzel) ölümler versin... Böyle bir durumda, bir yandan da yaşama hırsı ile hastalığa savaş açar mıyım, o kısmını bilemiyorum şu an ama ne kadar vaktinin kaldığını bilmek, bilmemekten daha iyi değil mi sizce de?