Pazar, Şubat 27, 2011

Sonuç...

Şubat üzücü başladı ve onun gölgesinde öyle devam etti... Durağan, sıkıcı...

Son haftası ise pek yıkıcı oldu...

İçimden hiçbirşey yazmak ve anlatmak gelmiyor...Yapmam gerekenleri bile yapmadığım, içimdenn yapmak gelmediği bir dönem...

Artık burada da susmaya devam edeceğim galiba...

!?!

Çarşamba, Şubat 09, 2011

Huzurlu huzursuzluk...

Bugün içim biraz tuhaf... Pek depresif de değilim. Mutlu gibiyim ama o da değil... Herşey normal, kötü değil ama içim kıpır kıpır... Huzursuz bir kıpırtı bu... Rahatsız edici... Gittikçe mutsuz edecek gibi beni... Korkuyorum...

Bu arada; okuduğum andan itibaren etkisinden kurtulamadığım, ağladığım, başkalarına okutup onların da hayran kalmasına vesile olduğum, anlatım şekline bayıldığım, paylaştığı o dostluğa imrendiğim, acısını içimde hissettiğim, kendisine ve Defne'ye olan sevgimi bir kat daha arttıran Yunus Günce'nin o içten(belki okuduğum en içten duygularla yazılmış yazıydı) yazısını sizin de okumanızı çok isterim... Basit, normal, olağan gibi görünen günlük hayattaki davranışlarımız, sözlere öyle güzel anlamlar yükleyerek anlatmış ki... Hayran kalacaksınız...

Cenazedeki ağlayışı da gözümün önünden gitmiyor... Başı sağolsun... Allah sabır versin ona... Bize de onlar gibi birer dosttt... Amin!

Not: Diğer yazılarını da okuyun...

Pazar, Şubat 06, 2011

Vazgeçiyorum!

Ağlamaya doyamadığım günlerdeyim... Herşey fazlasıyla zor ve anlamsız geliyor... Gerçekten anlamsız yani...

"Nereye kadar?", "Ya sonra?" favori sorularım şu sıralar... Cevap bulamayışım beni daha da dibe çekiyor...

Ölmek isteyenler sıradayken neden başkaları ölür ki diye densiz isyanlarım ve hemen ardından ölümden korkuşlarım var... Bünye tam bir çelişke içinde can çekişiyor resmen... Yorgunluk hissi veren bir duyguyla eziliyorum...

Evet, Defne'nin ölümü depresyonuma tuz biber ekti. Biliyorum, onun gibi nice insanlar ölüyor hergün. Ama hem sürekli onunla ilgili haberler yaptığım ve yazılar okuduğum için hem de onu çok sevdiğim için hiç aklımdan çıkmıyor... Yarışmadaki o veda konuşması, koca yürekli sevgi dolu eşinin, acıdan yıkılan annesinin halleri, güzeller güzeli oğlunun annesiz kalışı, annesinin başının altına oğluşunun oyuncağının koyuluşu gözümün önüne her geldiğinde ağlamaktan kendimi alıkoyamıyorum... Resimlerine
 bakıp bakıp üzülüyorum; ölürken neler düşündüğünü, acı çekerek öldüğünü aklıma getirip içimin daha da sızlamasına neden oluyorum...

Bu sırada insanların nasıl acımasız olduğuna tanıklık olup hayattan daha da soğuyorum.

Cenazede İnci Türkay ne de güzel söyledi, özetledi: "Artık rahatsız etmeyelim, huzur verelim!" diye...

Her konuda bilmişlik taslayıp insanların hayatları hakkında her türlü konuşma hakkını bulmayalım kendimizde artık...

Cuma, Şubat 04, 2011

Hayat gerçekten 'yaşanılası' mı?

Hayatın ta kendisini sorgulayıp işin içinden çıkamazken dün sabah beni daha da çökertecek haberle açtım gözümü... Annem, TVde altyazıyı okuduktan birkaç saniye sonra göz göze geldik. Onun da yüzünde tıpkı benimki gibi salaklaşmış bir ifade vardı. O okuduğunu, bense duyduğumu bir türlü algılayamıyorduk. Tekrar okudu: "Defne Joy Foster evinde ölü bulundu...". Bu cümledeki kelimeler birbirleriyle uyuşmuyor, yakışmıyordu. Evet, herkesin söylediği gibi ölüm Defne'ye yakışmıyordu, yakışmadı. Ölüm kime yakışırdı ki gerçi?!

İçimde "Yalandır belki" şeklindeki çocuksu bir hayal ve bir o kadar da bunun gerçek olduğunun bilinciyle nete girdim. İşim gereği de sayısız haber okuyup onları tek tek girerken bu acı gerçek içime içime işledi. Ve sonunda hıçkırıklara boğuldum, yine de tam dökebilmiş değilim içimdekileri. Tanımadığım bir kişinin ölümü beni nasıl böylesine sarsabiliyor bilemiyorum ama genelde böyle oluyor bende... Yarışma olmasaydı, zaten onu göremeyecektim belki, ölmeseydi bile ama sevdiğim bir kişinin hayatına devam ettiğini ve onu birgün yine görebileceğimi bilmek bile bana yetiyor sanırım.

"Çat Kapı" programını sunarken her pazar onu bekleyişimi hatırladım. Hep sevdiğim bir kişi oldu. Her gördüğümde yüzüme gülücük kondurdu hep. Uçuk kaçık halleriyle çok yakın hissettirdi bize kendini. Yüksel Altuğ ne güzel ifade etmiş Defne'nin hayatımızdaki yerini:

"Daha dünkü yazımın mürekkebi kurumadı. Şöyle yazmıştım: "Acun yarışmanın ikincisini yapmayı düşünüyorsa, Defne'yi mutlaka sunucu olarak kullanmalı..." Neden öyle yazdığımı bilmiyorum. Defne yarışmanın en eğlenceli tarafı olduğu için mi, ekran yüzünü pek sevdiğimden mi, onsuz yarışmayı eksik bulacağımdan mı?.. Ama şimdi anlıyorum ki, Defne, aslında bize hayatın 'yaşanılası' tarafını gösteriyordu."

Yarışmada elendiği gün ne de güzel veda etmiş bizlere... Meğer gerçek bir vedaymış, içten ve samimi... O sahneyi her gördüğümde ağlayacağım sanırım... Biz birgün susacağız ve hayatımıza devam edeceğiz ama ya minicik oğlu? ya annesi? ya eşi, arkadaşları.... Her birini düşünüp ayrı ayrı üzülüyorum, resmen içim acıyor... Sır gibi bir ölüm... Aslında kızıyorum da ona nasıl kendine dikkat etmez diye... O şirin mi şirin 'Can'ını nasıl annesiz bırakır diye... Bizim tanıdığımız kadar bile tanıyamayacak mı güzel anneciğini?!? Nasıl bir acı bu... 

Yazmak istediğim o kadar çok şey vardı ki... Hepsi uçup gitti. En son şu haberi , Defne'nin bizlere verdiği dersleri köşe yazarlarının kaleminden okurken yine gözyaşlarına boğuldum... Benimle birlikte ağlayan annemin Defne için düşündüklerini Reha Muhtar'ın da farkettiğini görünce içim daha bir sızladı. Gerçekten sevmiyor muydu kendini:

"Hayatı sevmediğinden, hayata küstüğünden, hayatı kaldıramadığından gitmedi yani ölüme Defne Joy Foster... Tersine dans yarışmasının ertesinde Survivor'a katılma anlaşması yapmış... Yani hayat en azından işinde istediği gibi gidiyor, para kazanıyor, yeni projelere imza atıyor... O zaman ne peki 32 yaşında gencecik bir kadını ölüme götüren gerçek?.. Defne Joy Foster hayatı seviyordu, ancak kendini yani öz benliğini sevmiyordu sanıyorum... 25 yaşının bohem Atina günlerinde antibiyotik üstüne rakı içtiğim saatlerde, ben de kendimi yeterince sevmediğimin farkında değildim...Oysa kendisini sevmeyen insanların, 'bilinçaltı vücutlarına zarar veriyordu"

Defne'ciğimizin HT Pazar'a verdiği son röportajındaki içimi acıtan iki cevabıyla bitiriyorum yazımı:

*** Size gıcık olanların sayısı arttı sanki.
Daha önce de çok gıcık olan vardı ama ifade etme ihtiyacı hissetmediler. Onlar bana sinir olduklarını zannediyor ama hayatlarına neşe katıyorum.

*** Sıra dışılık hayata bir sıfır önde mi başlattı sizi?
Büyüdükçe belki... Çocukken çok çektim ama. Çocuklar çok uğraşırdı, dalga geçerlerdi. Belki de bu sayede hazır cevap oldum. Mesela “Yağmur yağıyor seller akıyor Arap kızı camdan bakıyor”u toplanıp söylerlerdi, canım sıkılırdı. Sonra onları incelemeye başlardım “Ben bunu nereden vururum?” diye.

BEN DE SENİ ÇOK SEVİYORDUM DEFNECİĞİM... RENGİNİ, KAHKAHANI, HERŞEYİNİ... :(

not: Artık hiçbir önemi yok ama bari son gün birlikte yaptıkları dansta Defne'nin Azra'dan çok daha güzel dans ettiği görülebilseydi keşke... Uzun bacaklarıyla dansa hiç yakışmıyor!