Cuma, Kasım 28, 2008

Yine Özledim...

Ohooo... 1 hafta olmuş yazmayalı... Ama niye diye sorunnn biii'? Şurada yazdığım "Aşk" konulu yazım biraz ağır geldi galiba... Çünkü bir süre önce, aşk yasaklanmıştı bana, tıpkı "Dudaktan Kalbe"deki gibi... Neyseee geçti gittiii o konu:) Bu seferki konumuz başka zaten...
Bugün 2'de uyandım... Tabii o kadar uyuyunca ne rüyalar ne rüyalar gördüm... En çok etkileyeni, eski fizyoterapistim Handan Abla'yı görmemdi... Çok özlediğimi farkettim... Oysa onun geleceği gün "ay çok hastayım, şuram ağrıyooo, ara gelmesin bugün..." derdim çoğu kez... Sonra o gelmeden alelacele vaktim varsa 1 saat uyumaya çalışırdım(ki bilenler bilir beni güzellik uykularımı:) uyumazsam cinlerim tepememde çıkarrr...)... Sonra tam dizim başlardı, kapı çalardı... "Özge'nin dizisi başlamıştır, kızar şimdi bana..."dediğini duyardım içerden... Sonra yanına gidince herşeyi unuturdum:) Sohbete dalardık 2 saat... Arada "ya bugün şu hareketi yapmasam, iyi hissetmiyorum kendimi?" derdim. O da "Aaaaaa yapar benim fıstığım, önce ayağa kalkalım da neşesi yerine gelsin...":) Gırgır, şamata geçiverirdi 2 saat... O gidince daha bir mutlu olurdum... Çünkü ayakta durmak, mutluluk hormonunun salgılanmasını sağlıyormuş... Siz bütün ayakta duruyorsunuz, biliyor muydunuz bunu hıııııı? Nankörlerrr:P İşte size bir kaynak daha mutlu olmak için...
Neyse Handan'cığımla arada kavga da ederdik tabii, hatta küserdik de... Eee 2 yay burcu olarak egolarımız çarpışırdı bazen... Hem ben öyle herkese küsmem... Eğer küstüysem, bilin ki sizi çok seviyorum... Sevdiklerimden de zor ayrılırım... Hem de çok zorrrrr... Benimle bir veda sahnesi paylaşanlar iyi bilirler neyi kastettiğimi... Öyle bir ağlarım ki canımdan can kopuyor gibi... Hem öyle hiç utanmamm herkesin içinde ağlamaktan... O kadar içten dökülür ki gözyaşlarım, karşımdakinin ağlayacağı yoksa bile bana katılır... Çünkü hayatta en tahammül edemediğim şeydir, o kişiyi bir daha göremeyecek olmak... Ölümden farksız gelir bana... Ölümse çok ufakken tanıştığım, yine de en kabullenemediğimdir... Daha 3 yaşındayken çok sevdiğim bir eniştemi kaybetmiştim... Anneme "yani bir daha hiç göremeyecek miyim onu?"diye sormuştum... O günden beri ölümün tanımını böyle benimsedim... Görememe düşüncesi beni çılgına çevirir... Hep bir korku vardır bende "ya bir daha hiç göremezsem?"diye... İşte bu yüzden kimseden kopmamaya çalışırım... Benden kaçış yoktur yaniii :p Bir yolunu bulur, en umulmadık bir zamanda karşınıza çıkıveririm...
Ya da bazen sevdiklerim beni bulur... Tıpkı 24 Kasım'da Meleknur Hocamın yaptığı gibi... Lise Hazırlık Öğretmenim... Çok çok iyi bir eğitimcidir... Onun öğrettikleri sayesinde Bilkent Hazırlığa en son kurdan başladım(pre-fac). 24 Kasım'da akşam telefon çaldı, arayannnnnnn daha 10 gün önce keşke bulsam diye facebook'a bakındığım Meleknur Hocam... O kadar şok olduk ki... Kalp kalbe karşı dedikleri bu galiba... İşte gerisi msnde yazdıklarıyla öğretmenimden: "Rehberlik öğretmeni Fahriye Hanımdan adresinizi öğrendim. Bu gün hem sana hemde kendime öğretmenler günü sürprizi yapmak istedim. Ama Antalya' ya taşındığınızı öğrendim, apartman görevlisinden telofonunuzu aldım. Üniversitedeki başarın beni şaşırtmadı. Demek ki benim güzel kızımın çalışkanlığı aynen devam etmiş."... Unutulmamak ne güzel, değil mi?
Son olarak, geç olsa da buradannnnnn bütüüüüüüüüüüüün öğretmenlerimin öğretmenler gününü kutluyorummm... Bana verdiklerinizzz için çoook teşekkürler... Hepiniziiii çok özlediiiiiiiimmmmmmmmm...

Cuma, Kasım 21, 2008

(Yoğun istek üzerine)Aşk...

Aşk nedir? Ben ne biliyim:p demeyeceğim/diyemeyeceğim... Zaten kimse inanmaz desem de:) Herkes kendince az çok biliyordur... Biraz kendi düşüncelerimle biraz da çevremdeki kişilerden gözlemlediğim kadarıyla anlatmaya çalışacağım, bu 3 harften oluşan ve etkisi, insan hayatını kendi kafesine alabilecek güçte olan tek kelimeyi, aşkı... (Tabii anlatırken kontrollü olacağımı da itiraf etmeliyim.) Öyle süslü cümleler de kurmayacağım... Kısa ve öz... Arkadaşlarım okuduğunda "Aaa beni anlatıyorrr galibaa..."diyecekler:)) Evet, hepinizi anlatıyorum:p Bakalım, altından kalkabilecek miyim...
Öncelikle aşkta ne olursa olsun iki taraf vardır: seven ve sevilen... Bu taraflar eğer aynı zamanda diğer taraf da olabiliyorlarsa yani aşk karşılıklıysa, tadına doyulmayan bir aşk olur bu... Onun yanında zaman durur, onunla yüzyıllarca konuşmaktan sıkınılmaz; onun adı bile karnınızda kelebekler, kalbinizde kuşlar, aklınızda rüzgarlar uçuşturmaya yeter; birşeyleri paylaşmaktan hiçbir zaman diliminde onunla olduğu kadar keyif alınmaz vs vs... Tıpkı puzzle gibi parçalarınızı birleştirip tüm eksiklerinizi tamamlarsınız onunla(!). Genellikle evlilik hayalleri kurarsanız; biz evlenince şöyle yaparız, böyle ederiz vs diye... Ve çoğu kez bu ilişkiler gerçekten deevlilikle sonuçlanır(!)... Ama bazen bu karşılıklı aşklarda taraflar, aslında böyle bir olguyu yakaladıkları için ne kadar şanslı olduklarını gözardı ederler... Olmayacak şeylerden kavga çıkarıp gereksiz, halledilebilecek şeyleri büyütüp kendilerine dert yaratırlar... Aşkı tadsızlaştırırlar... Buradan onlara kızıyorum hııııı...:p
Diğer taraftan aşk, ne kadar imkansızsa o kadar büyüktür ya da imkansızlaştıkça daha da büyür... Bazen herşey bitince farkeder insan, ne kadar aşık olduğunu aslında... Uzaktaki en çok istenen; yasak veya bizim için zararlı olan en çok yolu gözlenen olur çoğu zaman... Aman hele bir de karşılığı yoksa yani sizdeki o, ondaki size eşit değilse, daha da bir çaresizliğe sürükler sizi... Önceden karşılıklı olup da sonradan ilişkiniz sona ermiş ama aşkınız hala bitmemiş de olabilir... Bu 2 durumda da yani aşkı tek kişi yaşıyorsanız eğer, çevrenizdekilerden tepki görmeniz muhtemeldir... Çünkü insanlar için herşeyin bir karşılığı olmalıdır; iyi ya da kötü herşeyin bir karşılığı vardır dünyada bu tür kişilere göre... Ne yaparsanız yapın sizin aşkınıza inanmazlar, onlar için saçmadır, en fazla takıntıdır... Buna da sizi inandırmaya başlarlar: "Acaba gerçekten takıntı mı?"diye düşündürmeye teşvik ederler(!)... Bazen de üzülmeyin ya da ayıp olmasın diye sizi anlıyor gibi yaparlar. Ama maalesef başına gelmeden anlaşılacak birşey değildir bu... Bir de "Unut artık, kendine yazık ediyorsun..." demezler mi? O anda çıldıracak gibi olursunuz. Akıl vermek ne kadar da kolaydır... "Aaa unutmak hiç aklıma gelmemiştiiii, doğruuuu hemen unutayım durrr" mu diyeceğinizi sanarlar? Bu sizi aslında bir kez daha bağlar o kişiye...
Karşılıklı yada karşılıksız olsun, her aşkta bazı ortak yönler vardır: Aşk, içi kaplayan şüphedir, meraktır... Hiç durmadan "şimdi nerede, ne yapıyor, kiminle, beni gerçekten seviyor mu, ona birşey olursa ben ne yaparım? vs vs" diye düşünmektir... Aşk, paranoyaklıktır... Her şarkıda onu bulmaktır... Yeni birşeyler aldığınızda veya mesela saç stilinizi değiştirdiğinizde "acaba beğenir mi ki?" sorusunun beyninde dolanmasıdır... Aşk, unutamamak/unutmak istememektir... Aşk, eskimeyendir... Aşk, bazen de çözümü kaybolmuş bir bulmaca gibidir... Tek bir harf kalmıştır, hepsinin çözülmesi için(!)... Onu ondan daha iyi tanıyan da yoktur ki gidip ona sorasınız... Hem bütün harfler de cebinizdedir zaten... Aşk, onun her sözünden her hareketinden bir anlam çıkarmaya çalışmaktır... Bir tek gülüşün, tek bir tatlı sözün sizi mutluluktan havalara uçurabileceği tek durumdur belki de aşk... Sevmeyi sevmektir...
Aşk, bazen de onu başkasıyla paylaşmayı çaresizce kabullenmektir... "İçim acıyor" cümlesinin anlamını gerçekten anlayabilmek, gözyaşlarını gizlice dökebilmektir...
Aşk, gözlerden anlaşılabilen sessiz bir kelimedir...
Geçen senelerde şöyle bir yazı yazmışım bir kenara: "Senden habersiz, senle dolup taşan bir hayat sürmekteyim… Her dakikam, her saniyem, gözümü açıp kapadığım her an sen varsın aklımda, içimde, gözümün daldığı her yerde ve tabii ki yumruk büyüklüğünde denilen ama “(L)” simgeleştirilen içi galiba seninle dolu olan kalbimde… Elimi yumruk yapmaya çalışıyorum o kadar küçük oluyor ki… Bu kadar küçük bir şeyin tüm benliğime, hayatıma, gururuma, aklıma söz geçirecek, hükmedecek kadar güçlü olmasını mantığım almıyor… Hoş artık mantık diye bir kavram da hayatımda yer almıyor ya… O kadar mantıksız şeyler yapıyorum ki…". Şimdi okuduğumda aslında aşkı anlattığımı farkediyorum... O zaman demekki aşkın olduğu yerde mantık yoktur ve aşk herşeyden daha güçlüdür...
Benim için ise aşk, aşka 3 harf daha eklenmiş halidir... Ama 6 harf değildir, 5 de değildir... 5 ile 6 arasında birşeydir...
Ve de benim için aşk saati genellikle 5'e 3 kaladır...
5'i 3 geçe görüşmek üzere...

Perşembe, Kasım 20, 2008

Karışık...

Güya hergün özlediklerimi yazacaktım, değil mi? Ayyyy, bugünlerde çok üşengecim yaaa... Herkesin izleseneeee dediği "Zeitgeist Belgeseli"nin ilk bölümününnn 45dk sını bile ancak dün gece izleyebildim. Bakalım devamını ne zaman izleyeceğim. İlginç bir belgesel olduğu kesin...

Birçoğunuza garip gelecek ama ben ders çalışmayı özlediiiiiiiiim:))) Neyseki yakında AÖF kitaplarımı alacağım(bilmeyenlere: 2.üniversite seçeneğinden AÖF Halkla İlişkiler 2'ye geçtim)... Zaten Mayısta gideceğim birçok düğün varrr(İzmir-İstanbul-Antalya)... Kuzenler evleniyor daaaaa:)) Hepsinin Mayısı seçmesi ayrı bir ilginç konu tabiiii:p Yani diyeceğim o ki finallere ozaman çalışamayabilirim, o yüzden yavaştan başlamalıyım ders çalışmaya... Zaten son 10gün kala yanıma yaklaşılamıyor... Acaaaip gergin oluyorummmmmmmmm:))) Neyse,...

Bu arada kullanmaya başladığım şu ilaç(kas gevşetici) çok iyi geldiiii... Hem fiziksel hem de....:)) Niye mi güldüm? Çünkü ilacın yan etkilerinden biri "öfori"ymişşşşşş... O da ne dersenizzzz: "sebebi olmayan aşırı mutluluk hali"ymiş:))) Galiba bu bende varrr bu aralar... Böyle üzülmem gereken şeyleri düşünsem de üzülemiyorum:)) Damla bana kikirdek diyor zaten hıh:P Öyle işte...
Biraz önce Ayselciğimm,
@d@ycell (19:07):
biraz aşktan bahsetseneee
@d@ycell (19:07):
yaşananlardan yaşanamayanlardannnn herşeyden aşka dair kiki
ösqhe (19:07):
kiki
ösqhe (19:07):
hmmmmm
ösqhe (19:07):
düşinym:))
@d@ycell (19:08):
düşün vee yazzz aşkııııı ösgeden okuyalımmm :M

dediiiiiiiiii:) Bu gece bi yazmaya çalışayımm bakalımm nasıl olacak?!

Pazar, Kasım 16, 2008

Özlediiiiiim... (Part I :P)


Bu sabah uyandığımda birçok şeyi özlediğimi farkettim... O kadar çok şeyi özledim kii... Bazıları saçma sapan, komik falan ama bazıları ise gerçekten mantıklı... Üstelik bunların öyle sıralaması da yoook... Hepsini eşit ve de çoooook özledimmmm... Veee hergünn aklıma geldikçee buraya yazmayaaa karar verdiiiim özlediklerimi... Eveeeeeet, başlıyorummm bugünkilereeee:
Sabah mızırdanarak kalkmayı, alelacele kahvaltı(ki bu tosttu) edip hazırlanıp evden çıkmayı, eğer kar yağdıysaa babamın arabadan karları temizleyişini, yola çıkışımızı, evimizin yanındaki o köprüden geçişimizi, o büyük Çukurambar yokuşunu ve trafiğini, o trafiğe yakalanmamak için aradaki küçük, gecekonduların olduğu yoldan inişimizi, Bilkent yolunu, Güliz'i görür müyüm diye servislere bakışımı, kaldırımdan geçenleri(!), Bilkent köprüsündeki feci trafiği, gıdım gıdım ilerleyişimizi, Doğu Kampüs'e girişimizi, bölümümün parkyerini, binamı, ders geç başlayacaksa koridorda oturup bekleyişimizi, koca bardaktakii çayımıııı, açmamı, yürüyüşünden tanıdığım Eto'cuğumu görmeyi, dizi gibi takip ettiğimiz komik insanları, annemin bak bak işte şu çocuk Ogan'a benzettiğim deyişini ve benim dee"o Ogan zaten anneeee" diye hayret edişimi, küçük ama sevimli sınıfımı, masamı, sandalyemi, sözlüklerimi masalara dizişimizi, Handan Ablamı, kıkırdaşmalarımızı, ders aralarında annemin de katıldığı dedikodularımızı, soru yağmuru Emel'i, aniden sinirlenip sonra kendi de gülen Behran'ı, son sınıfta kala kala çoğu zaman 3 kişi kaldığımız için derslerde uyumak, başka şeylerle ilgilenmek gibi alternatifimizin olmayışını, diğer sınıfla ortak derslerde çıkan kavgaları, televizyonumuzu, videomuzu, DVDmizi, güler yüzlü değerli hocalarımı: muzip, sevecen Şerife Hocamı ve sabahın köründe Dublaj/Altyazı derslerinde film izleyişimizi; kibar, anlayışlı Bölüm Başkanımız Talip Hocamı, senelerdir tanıyormuşum gibi hissedip Türkan Yengeme benzettiğim, bana "Bu kadar güzel gülen görmedim" diyen Gülder Hocamı, çevirilerimi çok beğenip "Benim istediğim bu işte, afferin kızım eline sağlık."diyen Ayşe Hocamı; disiplinli ve "Özge'ciğim, sen benim bu bölümde ders vererek geçirdiğim 12 yıl içerisinde karşıma çıkan en iyi üç öğrenciden birisisin. Sen de aslında bunu biliyorsun. Senin bulunduğun sınıfta ders vermek olağanüstü bir keyif." diyen Danışmanım Serap Hocamı, tıp çevirilerinde uzman Semra Hocamı, çok çok değerli ilgiyle dinlediğim Türkçe Hocalarımı; derslerde hocalarla yaptığımız sohbetleri; hamburlerimi, pizzamı, elma patateslerimi, eve dönüşleri, trafikte, uğradığımız bankada, şokta vs beklerken radyo dinleyip sıkılışımı, eve gelip yemek yiyip güzelliiik uykumaaa yatışımıııııııııııııı özlediiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiim.......

Seni de özlediiiiiiiiiiiiiiiim:)

Karmakarışığım hatta yarı ölü sayılırım... Biraz da sarhoşum, inan ki dahası vaaaaar...


Ayyy kafam, içim, duygularım vs vs... okadar karışık ki... Bu karışıktan dolayı ne yapacağımı bilmez haldeyim. Eyleme de geçemedikçe ruhum daralıyorrr(bu arada hapşırık krizi tuttu:))... Daha doğrusu önümdeki seçeneklerden neyi seçeceğime karar veremiyorum. Bakın seçeneklerim şunlar:P :

- TOEFL'a girip gereken evrakları vs hazırlayıp bir de burs bulup :p transfer öğrenci olarak lisansımı ABD'de miii tamamlasammm? (ki zaten ben tedavi için(kök hücre fln) gitmeyecek miyim? O arada bu da aradan çıkmış olur işte...)

- Haziran'da 2. önlisansımı (Halkla İlişkiler) da alınca DGS'ye girip (ki bu sınava da 1 ay falan hazırlanmam gerek) Akdeniz Üniversitesi'nde Halkla İlişkiler ve Tanıtım'a mı devam etseeeem? Ya da Akdeniz'de maalesef olmadığı içiiiiiiin İstanbul'da Mütercim-Tercümanlık'a mı gitseeem? ya da İzmir :p Ama Ankara değil:)) niye acaba:p

- Ya daa yaaa benim elimde gül gibi mesleğim var(ki zaten yapıyorum arada)... Bir Çeviri Bürosu açsamm da işimin patronu olsaaam:p daha uğraşmadannnnnnnnnnnnnnnnn... Hem zaten Antalya'dan nasııııl ayrılacağııım benn:p yaniiiii sevdiklerim burada ya o açıdan:p

Ama bildiğim tek şey bu evden çıkmalıyım... Evde çalışmak beni boğdu... Şuanki işim de beni tatmin etmiyorr zatennn... Offff ne yapacağım bennn yaaaaa...
Not: Bu yazımı okuyanlar(varsa tabiii:p) anketime katılıp bana akıl versinlerrr ltfnn:))

Salı, Kasım 11, 2008

Hiç göremesem de SENİ çok özledim...

* Atatürk bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını, Türk halkına ilham veren liderliğini, modern dünyanın ileri görüşlü anlayışını ve bir askeri lider olarak kudret ve yüksek cesaretini hatırlatmaktadır... Çöküntü halinde bulunan bir imparatorluktan özgür Türkiye'nin doğması yeni Türkiye'nin özgürlük ve bağımsızlığını şerefli bir şekilde ilan ve o zamandan beri koruması, Atatürk'ün Türk halkının işidir. Şüphesiz ki, Türkiye'de giriştiği derin ve geniş inkılaplar kadar bir kitlenin kendisine olan güvenini daha basarı ile gösteren bir örnek yoktur. John F.KENNEDY (A.B.D.Başkanı, 10 Kasım 1963)


* Benim üzüntüm, bu adamla tanışmak hususundaki şiddetli arzumun gerçekleşmesine artık imkan kalmamış olmasıdır. Franklin ROOSEVELT (A.B.D.Başkanı, 10 Kasim 1963)
*Asker-devlet adamı, çağımızın en büyük liderlerinden biri idi. Kendisi, Türkiye'nin, dünyanın en ileri memleketleri arasında hak ettiği yeri almasını sağlamıştır. Keza O, Türklere, bir milletin büyüklüğünün temel taşını teşkil eden, kendine güvenme ve dayanma duygusunu vermiştir. General Mc ARTHUR

* Sovyet Rusya Hariciye Nazırı Litvinof ile görüşürken kendisine onun fikrince bütün Avrupa'nın en kıymetli ve en ziyade dikkate değer devlet adamının kim olduğunu sordum. Bana Avrupa'nın en kıymetli devlet adamının Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal olduğunu söyledi.
Roozwelt (Franklen D.) 1928 Birleşik Amerika Cumhurbaşkanı

* Dünya sahnesinden tarihin en dikkatli, çekici adamlarından biri geçti. Chicago Tribune Savaş sonrası döneminin en yetenekli liderlerinden biri. New York Times İnsanı teslim alıcı fevkalade önderlik kuvveti vardır. O, tetiktir, hazır cevaptır, dikkati çekecek kadar zekidir.
Gladys Baker(Gazeteci)

* Asırları aşan adam !.. Fransa, Paris Basını

* Akıllı ve barışçı yöntemlerle gerçekleştirdiği eseri halkların tarihinde izlerini bırakacaktır. Albert LEBRUN Fransız Cumhurbaşkanı

* Mevcut rütbelerin hepsini kaldırdığı bir memlekette, bu adam, bütün rütbeleri, kazanmıştır. O memlekete, bulabilecek en şerefli isim O'na verilmiştir. Mercel Sauvage(Gazeteci)

* Bu, insanlığa denenmiş bir felsefe örneği olarak sunulabilir. Atatürk yüz yıllara sığabilecek işleri on yılda tamamladı. Gerrad Tongas(Yazar)

Bu müthiş sözlerden daha yüzlercesi söylenmiş Atatürk'ümüz için. Ne kadar onur verici değil mi? Kısacası, Dünya O'nu çok iyi anlamış... Biz ne zaman anlayıp da O'na layık olabileceğiz çok merak ediyorum.

Not: Bunları aslında dün yazacaktım ama kullanmaya başladığım ilacın etkisiyle uyuşuk bir haldeydim. Zaten Atatürk sadece özel günlerde değil; her zaman aklımda, kalbimde.

Cumartesi, Kasım 08, 2008

Güzel olurdu tabii :(

Bugün çok halsizim ve şaşılası bir durum ki "üşüoumm:)". Evet, ya sonunda Antalya'ya kış geldiii ya da ben üşüttüm:( Hava da güzel aslında güneşli... Ama içim hala karanlık tabii... Uyumak istiyorum, böyle yastığım biraz soğuk olsun yanlız... Isınmaya çalışırken uykuya dalıyım böyle mışıll mışıll... Kimse uyandırmasın beni zamanı gelinceye kadar... Rüyalarda yaşasam; ağlasam, gülsem, üzülsem, mutlu olsam, hiç görmediğim yerler görsem, gezsem, yürüsem hatta, tuhaf şeylere tanık olsam, rüya olduğunu anlayıp çaktırmasam, özlediklerimle özlem gidersem... Yolculuk gibi tıpkı... Uyusam, uyusam, uyusam... O yolculuğun sıkıntısı çekmemek için uyuruz ya hani uyumaya çalışırız... Aynı onun gibi... Ulaştığımızda yani o beklenen ZAMAN geldiğinde biri: "Özgeee... Hadi kalk bak geldik..." desin. Tıpkı Ankara'dan Antalya'ya gelişlerimiz gibi... Hem gelmiş olmanın sevinci hem de yolculuğun o tatsızlığını uykuda atlatmanın rahatladığı sarsın beni... Umutla gülümseyerek "Bitti mi? Gerçekten bitti mi?" diyeyim. Beklediğim sona ulaşayım ya da o bana ulaşsın...




Ne güzel olurdu değil mi?

Perşembe, Kasım 06, 2008

Gece gündüz...


Gece gündüz bekliyorum… “Ne yapıyorsun?” diyorlar, “Hiç… İşte aynı…” diyorum. Çünkü bekliyorum desem "Neyi?" diyecekler… Kendim bile bilmiyorum ki neyi beklediğimi… Tek bildiğim, bu beklediğim şeyin beni hayata bağladığı… Umutlu bir bekleyiş bu… Ama neyi umut ettiğimi bile bilmiyorum… Daha doğrusu, umut edilecek bir “…” bile yok… Sabırla bekliyorum… İnatla bekliyorum… Neyi bekleyebilirim ki ben… Gecenin gündüzü beklediği gibi bekliyorum… Gece, gündüzü bekliyorum; gündüz de geceyi… Bu bekleyiş beni uyuşturuyor… Hayata tahammül edebilmemi sağlıyor bu yüzden… Tıpkı morfin gibi… Her şeyin farkındayım aslında; kendimin, mevcut durumun, yapamadıklarımın, yavaştan pasifleştiğimin, insanların, çevrede olup bitenin, içimdeki mutsuzluğun, çaresizliğimin, hırçınlığımın, bunun böyle gitmemesi gerektiğinin, geçmişin, geleceğin… Çoğu zaman bunların üstünü örtmeye çalışıyorum bir şekilde… İç gözümü kapamaya, dış gözümle de sadece 2. boyutta olanları görmeye çalışıyorum, detaylara takılmadan… Böyle kandırıyorum kendimi… Taa ki o patlama anına kadar… Genelde ayda bir oluyor bu: hem biyolojik hem psikolojik… Bir ağlama kriziyle son buluyor: buna da suni bir neden buluşturuyorum hemen: “Çok canım sıkılıyor evde ondan”... Tabii herkes de bunun çocukça bir şımarıklık olduğunu düşünüyorlar... Bir süre istediğim şeyleri yapıyorlar mutlu olmam için. Yine anlık mutluluklar yaşıyorum... Bu süre içerisinde içimi uyuşturuyorum yine bir aylık... Ve bu böyle devam ediyor... Herşey o kadar zor ki... Çok yorgunum... Gerçekten Çok...

"Ee niye açtın ki sen bu blogu şimdi?"

...diyenlere hemen kısaca şöyle cevap vereyim: "Bu blogu, çoğu zaman susup da yuttuğum şeyleri kendimi rahatlatmak için buraya boşaltmak amacıyla açtım. Daha çok günlük tarzında olacak aslında. Ama tabii "geldim, kalktım, gittim, yattım..." şeklinde fiziksel aktivitelerimi değil de iç sesimi duyacaksınız burada; duygularımı hissedip düşüncelerimi keşfedeceksiniz. "Acaba Özge bugün bana kırıldı mı ki yaa?" diye merak edenler olursa burayı açıp anlayabilecekler mesela. Yazmayı da çok sevdiğimi hesaba katarsak hepberaber neler okuyacağımızı ben bile tahmin edemiyorum. Bazen hayatımdan unutamadığım(komik, eğlenceli, garip, duygusal...) anılar da sunacağım sizlere... Böylelikle beni tanımayanlar da fikir sahibi olacaklar (diye düşünüyorum:P)."
Şimdilik böyle tanıtıcı bir kısa giriş yapalım. Neler olacağını hep birlikte görelimmmmmm...