Perşembe, Kasım 06, 2008

Gece gündüz...


Gece gündüz bekliyorum… “Ne yapıyorsun?” diyorlar, “Hiç… İşte aynı…” diyorum. Çünkü bekliyorum desem "Neyi?" diyecekler… Kendim bile bilmiyorum ki neyi beklediğimi… Tek bildiğim, bu beklediğim şeyin beni hayata bağladığı… Umutlu bir bekleyiş bu… Ama neyi umut ettiğimi bile bilmiyorum… Daha doğrusu, umut edilecek bir “…” bile yok… Sabırla bekliyorum… İnatla bekliyorum… Neyi bekleyebilirim ki ben… Gecenin gündüzü beklediği gibi bekliyorum… Gece, gündüzü bekliyorum; gündüz de geceyi… Bu bekleyiş beni uyuşturuyor… Hayata tahammül edebilmemi sağlıyor bu yüzden… Tıpkı morfin gibi… Her şeyin farkındayım aslında; kendimin, mevcut durumun, yapamadıklarımın, yavaştan pasifleştiğimin, insanların, çevrede olup bitenin, içimdeki mutsuzluğun, çaresizliğimin, hırçınlığımın, bunun böyle gitmemesi gerektiğinin, geçmişin, geleceğin… Çoğu zaman bunların üstünü örtmeye çalışıyorum bir şekilde… İç gözümü kapamaya, dış gözümle de sadece 2. boyutta olanları görmeye çalışıyorum, detaylara takılmadan… Böyle kandırıyorum kendimi… Taa ki o patlama anına kadar… Genelde ayda bir oluyor bu: hem biyolojik hem psikolojik… Bir ağlama kriziyle son buluyor: buna da suni bir neden buluşturuyorum hemen: “Çok canım sıkılıyor evde ondan”... Tabii herkes de bunun çocukça bir şımarıklık olduğunu düşünüyorlar... Bir süre istediğim şeyleri yapıyorlar mutlu olmam için. Yine anlık mutluluklar yaşıyorum... Bu süre içerisinde içimi uyuşturuyorum yine bir aylık... Ve bu böyle devam ediyor... Herşey o kadar zor ki... Çok yorgunum... Gerçekten Çok...

Hiç yorum yok: