Cuma, Aralık 31, 2010

Dilekler gerçekleşebilen şeyler midir?

Bence hayaller de dilekler de gerçekleşebilen şirin şeylerdir :P En azından insanı hayata bağlar, bu nedenle sevilesidir...

Tek bilmediğim nasıl, ne olduğunda, ne zaman gerçekleşebildikleri... O da bizim elimizde olmadığındandır belki... Elimizde mi yoksa? Bilemedim şimdiii :P

Ennn sıradan, en renksiz olacak bir yılbaşım olsa da yeni yılımdan umutluyum ben... Bakın, benimsemişim bile hemencik :)

(Yanlız çok ilginç, 2012'ye giriyoruz diye düşünmüşüm bir an :s face'e dönüp bir ileti de "2010 bitmesin" yazdığını görünce "ne 2010'u bee???"  diye şok oldum)

Mutlu olacağımız bir yılll olsuuuun...

Zaten mutluysak herşey yolunda demektir dimiiiii ;)

Perşembe, Aralık 30, 2010

Yazmasam olmazdııı

Evetttt, dün tahmin ettiğim gibi ağlama gecesi oldu... Zaten canım da sıkkındı, burnum sonrasında dur durak bilmedi sonrasında... "Yaprak Dökümü"nden beklemediğim seviyede vasat, sanki aniden bitirilme kararı alınan dizilerin yaptığı alelacele bir final oldu. Ama yine de ağlatmayı başaran senaristler, Ali Rıza Bey'i öldürerek kurtarmaya çalışmışlar işi...

Ali Rıza'nın, "yorgunum artık" diyip elini güle uzatmasıylaaa "öldürdülerr işteee yaaaa" diyerek hıçkırıklara boğuldum... Ölüm, rol icabı olsa da kabullenemediğim bir durum sanırım... Bir de bu ölen en sevdiğim karakterse, dizi bile olsa ağlamaktan içim dışına çıkabiliyor... O cennet sahnesi; alıştığımız, içimize işleyen sözlerle daha da süslenebilirdi; o kısım bile çok coşkulu değildi ama ölmesi bizi ağlatmaya yeterdi ve bunu iyi bilen senaristler de yorulmaya gerek görmediler...

Şevket'in sevincininn kursağında kalacağı belliydi zaten vee birkez daha farkettim ki hiçbir şeyi ertelememek gerkiyor, sürpriz yapmayıp babasıyla konuşsaydı, geliyorum deseydi, Necla'da kalan aklı bir de Şevket'te kalmasaydı... Sedef o gelinliği ve eşiyle gelmeyip adamcağızı daha da üzmesiydi, oğlunu düşünüp de...

Bunların yanısıra dizinin finaliyle ilgili "keşke"lerim oldu tabii...
- Babasına düşkünlüğüyle sevilen küçük Ayşe, son bölümde pasif kalmasaydı,
- Ferhunde'nin annesinin komik ve gereksiz bir şekilde bir anda çıkıveren sevgili sahnesi olmasaydı,
- Necla ve Leyla paralarıyla annelerine İstanbul'dan bir ev alsalardı(Trabzon'a yerleşmek de neyin nesiii),
- Babaa, babaaaaa diye bağırdıklarında Ali Rıza Bey aniden gözünü açıp uyanıverseydi(o an beklemedim de değil) ya da o sahne birisinin rüyası olsaydı sadece...
   vb... (Daha da konuşmak gereksiz, orjinali böyle değil zaten, iyi dava falan açmıyorlar...)

Amaa Ali Rıza Bey "çook yorgunummm" dediği zaman o yorgunluğu ben de kendi içimde hissettim... Ve daha sonra annemle konuşurken "hani tekerlekli sandalyeden kalkıp ağaca tutundu ya ordan anladım zaten ölüp gittiğini, Lost'ta da tekerlekli sandalyede biri vardı, o öle ayağa kalmıştı..."dediğim an bir duraksadım... "Ben de mi ölünce yürüyeğim eğer öyle biryer varsa?..."

Sonra da bunu "yorgun"luğumla birleştirince... İhtiyacım olan budur belki benim de...

Çarşamba, Aralık 29, 2010

Bu kadar zor muuuu?

Önce senaristler ağlatmaya alıştıkları için(acaba onlar kıskıs gülüolar mı) "Şevket, sümsük olarak gelip birden (nolduysa) aslan kesilen o adam tarafından nedensizce(senaristler bizi üzsün diye) bıçaklanıp ölecek ve bunu duyan Ali Rıza Bey de kalp krizi geçirip oğluna diğer dünyada kavuşacak ya da bıçaklanıp ölmeyecek olan Şevket, eve döndüğünde yine babasının onun yüzünden öldüğünü öğrenip kahrolacak" gibi bir final(orjinal hali yani roman olrk çktan bitti de ztn-bu reyting finali-) olacak diye iddia ediyordum. Bu gece öğrenmiş bir şekilde uyuyacağım:P Ne kadar abartmış gibi görünsem de asıl ve sadece üzüldüğüm tek şey onları artık hep birlikte göremeyecek olmam... İyi ki oyuncu falan değilim, her final benim sonum olurdu:)) Kanser olup ölürdüm zaten...

Neyse şu şarkının şu kısmı beni bitiriyor... Nasıl bir içten söyleyiştir bu... Bu geceee dizi bahaneesiyleeee ağlama gecesiiiiiiii :P



Darmadağın hayat bitiyor, umudum yorgun
Yıkık dökük harabelerimde yanıyor ruhum
Karanlığın içinde bir ışık söyle hiç yok mu
Sonunda bu savaşı kazanmak bu kadar zor mu???

Beni tanısa çok severdi dimiiiii anneee?

Evet, kabul ediyorum. Ben tam bir sevgi arsızıyım. Ama öyle şımarıklık olarak değil. Herkes beni sevsin isterim çünkü şimdiye kadar bulunduğum her ortamda hep çok sevilen, ilgi gören oldum. Ailede, okullarda, sınıflarda, arkadaşlar arasında, işte... Bunun için bir çabam da olmaz genelde, şeytan tüyüm mü var bilemiyorum. :p Durumumdan dolayı desem bunu hem kendim hem de karşımdaki kişiye kendiliğinden unutturduğum için o yüzden olduğunu sanmıyorum, hem öyle olsa bu daha çok olumsuz yönde olurdu bence... Çok cana yakın, muzip, güleryüzlü(ve gözlü) olduğum için olabilir belki... Neyse asıl konu bu değil zaten...

Ben çok sevdiğim, beğendiğim, saygı duyduğum kişilerin de beni tanıyıp sevmesini çok isterim... Öncelikle, ben doğmadan önce yani annemler nişanlıyken vefat eden dedem için "Görseydi dedesi ne çok severdi bu kızııı" sözleriyle büyüdüm... Ben de gerçekten çok isterdim... Daha sonra Atatürk ile tanıştım... O'na karşı hislerimi şu an bile anlatamıyorum... Ondan sonra "Atatürk beni tanısa çok severdi dimi annee?" demeye başladım. Hala da aynı düşüncedeyim tabii... Çokkk isterdimmm... Ama "istemek" kelimesi tam karşılığı değil bu duygumun... Hüzünlü, buruk bir istek; tanıyamayacak olmanın verdiği acı, bir o kadar masum ama bir o kadar da şiddetli bir arzu bu...

Sonra benzer duyguları küçükken çoooook sevdiğim Kemal Sunal ve Barış Manço vefat edince hissettim. Bu kez pişmanlık ve "keşke bir fırsatt bulup tanışabilseydim"ler de eklendi... Ve ondan sonra aynı duyguları, Kayahan, Huysuz Virjin, Halil Ergün, Perran Kutman, Şevket Altuğ ve şu an(ruh gibiyim bugün) hatırlayamadığım, çooooooook sevdiğim diğer ünlü isimler için yaşamak istemediğime karar verdim. Şimdi, bir fırsatını bulmak(yaratmak) için elimi çabuk tutmam gerektiğinin farkındayım... "Beni tanıyınca ne çok sevdi dimi anneee" demek istiyorum artık...

Bu arada Okan Bayülgen ve Beyaz'la da tanışıp sohbet edebilmeyi öyle çok istiyorum ki ama kamera önünde değil tabii ki... Hatta geçmiş yıllarda şuanda tam olarak içeriğini ve ismini hatırlayamadığım engellilerle ilgili bir proje vardı, çok estetik fotoğraflar çekilmişti... O projede yer almayı çok arzu etmiştim o zaman içten içe, kıskanmıştım... Belki birgün Okan Bayülgen ile böyle bir projede yer alabilirim... Ne çok isteğim ve hayalim var dimiiii? :P

Çok sevdiklerimin de beni çok sevmesini istemem, beklemem, herşeyden karşılık bekleyen biri konumuna düşürmesin beni... Paylaşmayı(belki de sadece sevgiyi paylaşmayı) seviyorum... Sevmeyi de sevilmeyi de seviyorum...

Beni bazen bunalıma sürükleyen de aynı sevgi, aynı istek sanırım...

Pazartesi, Aralık 27, 2010

Bilen var mııı?

"Adı: Aylin" i bitirdim ama içimde bitiremedim! Böyle(açıklamaya ne zamanım yeter ne de sıfatlar-ki tanımıyorum bile üstelik) bir kadının SIR ölümü beni etkiledi... Sonunu okurken veda etmeden giden bir dostummuş gibi hissedip buruk bir hüzün kapladı içimi...

Olay 1995'te gerçekleşmiş... Acaba sonra ölümünün arkasındaki sır perdesi çözüldü mü diye şöyle bir baktım google'a ama bulamadım... Aylin Radomisli Cates'in ölümüyle ilgili birşey bilen, okuyan, duyan var mı acaba???

Bir de kitapta okuyunca şoke olduğum bir olay var... O konuda biraz araştırma yapayımm burada da anlatacağım...

Bu arada yeni kitabım da Sunay Akın'dan "Önce Çocuklar ve Kadınlar"... Kapağın arkasında yine kendisine ait bir şiir var... Beğendim, yazımı onunla sonlandırayımm dedimmm:)

Sevmek
 
Saçak altına sığınmış
göçmen kuşun
kar tanecikleri arasında
düşen beyaz tüyünü de
görebilmek

İşte
sevmek...

Cumartesi, Aralık 25, 2010

Yeni yıl mı yılbaşı mııı? (pekbidertsankiderdimbaşkaki)

Küçüklükten kalma şöylee bir yargı kalmış bende: "Ayy 'yılbaşı' dediiiii, öyle denmez ki dersen küçük düşersin, onu alt tabakadaki insanlar(kimse onlar?)der. 'Yeni yıl' demek daha havalı..."

Gerçekten var mıydı böyle birşey yoksa ben mi uyduruyorum? :)) Zaten ikisi de birbirinin tam karşıtı değil ki... Birbirinin yerine kullanmaya kalksan çoğu cümlede komik olur...

Saçma bir konu zaten... En az yeni yılın gelişini kutlamak kadar saçma... Kutlarsın hadi dee o kadar abartılacak bir olay gibi gelmiyor artık bana... Git gide üzüleceğim hatta belki bir yıl daha gittiii yaaa diye...

Kutlayacaksak eğer, yeni günü, yeni haftayı, yeni ayı da kutlayalım... Onların neyi eksik ki...

Evet, bugün lanetim sanırım... Zamanın çok hızlı geçmesi canımı sıkıyor... Bu aralar daha da hızlandı sanki... Niye? Çünkü zamana ihtiyacım var... Zamanım kısıtlı! :( Biraz yavaşlasa nolur sanki?!

Tıpkı sınav sırasında soruları yetiştirememe endişesi, telaşı var içimde... Ve de başarma hırsı...

İlk defa okul harici bu duyguları yaşıyorum...

"Yapamayacağım, imkansız zaten" diyen kendime saniyesinde kızıp "Niye imkansız olsun ki!"lerle üste çıkmaya çalışıyorum...

Ne için? Kim için? Neye, kime yetişiyorum?
Cevap yardımcı olmuyor galiba...

Not: 3noktalıbendennefretgeldi!

Çarşamba, Aralık 22, 2010

Aklıma şey geldi...

Acaba insanların yaşadığı kat(daire), yere yaklaştıkça dışarıdaki evsiz barksız insanları, hayvanları daha çok mu düşünür olur?

Ama ya müstakil evlerde, villalarda, malikanelerde vs yaşayanlar? Onlar da daha çok düşünüp daha çok mu hatırlıyor onları?

Ya da böyle bir bağlantı yok mu, saçma mı?

Merak ettim...

İstiyorum... Olmaz mı?

Bu ara kendimi kitap okumaya kaptırdığımdan bahsetmiştim. Oyalıyorum kendimi resmen, canımı acıtan şeylerden wuhuuuu(nedemekse o) diye uzaklaşıp başka hayatlara doğru yola çıkıyorum. Elimdeki kitapların hiçbiri yeni değil zaten ama okumadıklarımı seçiyorum, okuyamadıklarımı...

Örneğin, Paulo Coelho'dan Simyacı... Okul hayatım boyunca o kadar çok ismini duymuştum ki, hocalardan, arkadaşlardan...(eminim siz okuyanlardansınızdır) Ama bir türlü okuyamamıştım ya da herkesin yaptığı şeyi yapmama huyumu(lanet bir inat) buna da uygulamıştım. Gerçi kimsenin konusu hakkında birşeyler anlattığını da hatırlamıyorum. Şimdi okuduğum şaşırdım açıkçası... Secret'in masallaştırılmış şekliymiş... Ama güzelmiş yani "Secret", "masal" diyerek basitleştirmiş olmayayım şimdi... Gerçekten herkesin okuması gereken bir kitapmış... Arka kapaktaki şu söz de "Simyacı"nın değerini güzel özetliyor: "Simyacı'yı okumak, herkes daha uykudayken güneşin doğuşunu seyretmek için şafak vakti uyanmaya benziyor..."

Benim için asıl Secret, Ayşe Kulin'in Adı: Aylin oldu.. O da yine çok duyup okuyamadıklarımdandı... Şu anda da bitmesin diye sonuna yaklaştığım kitabımı gıdım gıdım okuyorum... İnsanın hayatının bir anda ve defalarca bambaşka bir hayata dönüşebileceğine tanık olmak insanı umutlandırıyor... Onu gördükçe, onu yani cesur, enerji dolu, neşeli, umursamaz, ukala, başarılı, güzel, etkileyici, vs vs (Aylin için gerçekten sıfatlar yetmez) Aylin'i, istediği herşeyi elde edişini, renkli ve her anı dopdolu hayatını okudukça insan "ben de istersem hayatımı istediğim gibi şekillendirebilirim" gazı geliyor :)) O hayatına giren kişilerden vazgeçerken ben ondan daha çok üzülüyor, alışmakta zorlanıyorum :D Sonunu bilemiyorum, daha doğrusu kitap onun cenazesiyle başlıyor zaten ama öyle renkli bir hayat yaşamış ki eminim yine ona yakışır bir şekilde bu dünyayı terketmiştir...

Onun gibi yaşayabilmek istiyorum ama istemek yeterli mi bilmiyorum... 

En azından yeni hedeflerimle bunun için çabalayacağım sanırım...



MiniNot: Ayşe Kulin'in Aylin'in kuzeni olduğunu öğrenişim de ayrı bir şoktu... Hele ki bunu anneme anlatmam:

- Annee Aylin var ya Ayşe Kulin'in kuzeniymişşş 
- Aaaa (arkadaşım olan Aylin sandığını şaşkınlığından anladım :)))
- Arkadaşım olan değil yaaa ama o da onların kuzeni olabilir, çünkü kitaptaki Aylin'in teyzesinin soyadı da Nayman :S (şaka maka bu sıralar öyle tesadüfler oluyor ki... şaşmakla yetiniyorum...

Pazartesi, Aralık 20, 2010

İlk mim acemiliğiyle...

Sevgiliii crazywomenrosemary(çok tşkkkkk) beni mimlemişşş(hep böyle derlerdiii blogdaşlar, içten içe kıskanıodum belki dee :P)... Mim konusu da "anılarımız ve anılarımızın eşyalarımıza yüklediği anlamlar" imiş...

Konuyu ilk duyduğumda "ayyy çok zooor, nasıl yazcamm okdr şeyiii" diye düşündüm, sanki hepsini yazmak zorundaymışım gibiii:) sonraa aklıma ilk gelen 3 anıdan birini seçiverdim hemencik... İştee o anıııııı:) [anımı yazarken daha rahat olmak için bu kez yazım kurallarını es geçeceğiiiiiiim:P

Orta 2deydik(ben genelde olayları fln okuluma, sınıfıma, sıra yerime göre hatırlarım:p)... Ankara'ya Ricky Martin gelip konser verecektiiii... tabii ki Ricky'eeee çoook aşıktımmm, Damla(tekizim) da öyleydi tabii ona sorarsanız ben ondan görüp aşık olmuştummm... aşk diyorum çünkü hayranlıktan da öte bşydi; o Ricky için okulundaki kızları dövüo, bense onu beğenenleri salak gibi kıskanırdım... o benimmmdi:)) deli bir boyuttaydık işteee... Sedoşla karar verdik konsere gitmeyeee... hem de böylelikte Damla'ya karşı da 1-0 öne geçecektimm:)) bu şansı kaçıramazdım yaniii... annemi de zar zor ikna ettik, kalabalık olacağı için tedirgindi ama biz kafaya koymuştuk zaten... okulda hava atmaya başlamıştık bile... bu arada nasıl bulduğumuzu şuanda hatırlamıyorum Ahmet San'ı arayıp konserde bana yer konusunda yardımcı olabilir mi diye sormuştuk; o da konser alanında onu bulursak sahne yakınına beni yerleştireceğini söylemişti... Herneyse 4 bilet almıştık(ki babam bizi bırakıp dönecekti ztn 4.biletin nie olduğunu hala anlayamıyorum)... Sedoşla heyecandan ölüoduk, kalem kağıt aldırmştım yanına, güya Ricky yanımıza yaklaşınca ona uzatıp imzalatacaktık:)) ben bembeyaz giyinmiştim(sonradan konser boyu parlayacaktım)... Konser yerine gittik, dik ve dar merdivenler vardı... yabancı ve dev gibi bodyguardlar beni tekerlekli sandalyemle hooop die çıkarıverdiler yukarı... basketbol sahasıydı, insanlar akın ediyorlardı, tribünler dolmuştu neredeyse... kalabalığı yararak Ahmet San'ı bulmaya çalışıoduk ki babam Ahmet San'a "biz Ahmet San'ı arıoduk yardımcı olacaktıı" dedi:))) biz koparken adam sandalyemle beni aldı, annemle Seda tribünlere oturmak zorundalarmış:))çok üzüldüler ve endişelendiler tabii ki... biz de basının arasında ssıkışıp kaldık, boğulacaktım neredeyseee... konser başlıodu, hiçbşy göremeyeceğim die aglamaya başlayacakken San beni aldı hooop sahnenin dibine hoparlörün yanınaa koyduu:)) Ricky çıkmıştııı, büyüleyiciydi, gözlerimi ondan alamıyordum, müziği zaten içimde hissediyordumm:)) sonra birden yanımdan dev birrr balonnnn çıkıp kafama çarptııı:)))ve tokam fırladıı, saçlarım ahenkle dans ediyor balonun rüzgarıylaaa :))bu kez de saçlarımdan boğulacağıımm:))) bu sırada da annemle Seda karşıdan beni izliolarmış, kaç kere bodyguardlara yalvarmışlar "arkadaşı yanına gitsin, saçlarını toplasın, su versin vs" die ama yok ikna edememişler, zavallılar zaten önlerine kolon geldiği için Ricky'i de pek görememşler, foto fln da çekememişler :)) bi de bu arada şişman dev gibi bir bodyguard annemin üstüne düşmüş:))) [annem hala "gökten Ricky yağsa bana bodyguard düşerr" derr] Benn ise saçlarıma rağmen mest olmuş durumdaydım, olağanüstü yakışıklığıyla Ricky'ciğimm karşımda dans edioo, karşılıklı gülücükleşiodukk... bir ara baterinin başına geçip birşeyler çaldı, her hareketiyle muhteşemdiii... sonraaaa ışıklar kapatıldııı... O sırada Ricky aşağı eğilip bodyguardlardan birine bateri bagetlerini verdi, diğer tekerlekli sandalyeli 3 kız öne atıldılar hemen bagetleri kapmak için... o andaaa bodyguarda beni işaret etti Ricky!! o an kalbim çıkacaktı heyecandan:)) bagetleri nasıl tuttuğumu hiççç hatırlamıyorum:)))o kdr mutlu oldum ki... sonra Ricky karanlıkta sahneden kaçıverdi... konser bitmiştiii, bodyguardlar bana zafer işareti yaparken diğer insan şaşırıp kıskançlıkla bakıolardı:)) annemle Seda karşıdan gelirken elimde salladığım bagetleri görünce şok olmuşlar onlar ne diye:)) tabii durumu anlatınca Sedoşş tutturmuştu, birini bana ver bariiii diye:)) vermeyeceğimi bilsee dee:p

Ricky'nin kokusu, dolapta sakladığım bagetlerimden uzuuuun süre geçmediii... çıkarıp çıkarıp kokladım, koklattımm... bagetlerin bi tanesi çatlamış oraya siyah bir bant yapıştırılmıştı, benim için okdr değerliydiler ki hiç önemi yoktu... o konsere ait herşey durur bir dosyada, yüzlerce posteriyle birlikte... biletler, üzerimde kalan renkli konfetiler, fosforlu çubuklar ve tabii bagetler...

İştee böyleeeee:)

Şimdi sanırım bu güzel mimi birilerine paslamalıyımmm... Bir çok kişide görmüştüm gerçi ama... burada görürlerse ve isterlerse yapsınlar diye...

Umut
LoLLa
StummScream
Sümük'ü
mimliyorum:P

Bi de bu mime uygun şöööle bir yazım vardııı

Pazar, Aralık 19, 2010

Güselmişşş...

"- Sana iki kelimelik, sonunu bilmediğim bir hikaye anlatayım mı?
 - Evet...
 - Seni Seviyorum." (Casablanca)

Cuma, Aralık 17, 2010

Bu kadar üzülmeye dayanır mı bünye? Ya insan?

Son günlerde herşeye ama gerçek anlamda HERŞEYE üzülür oldum... Öyle böyle üzülme de değil bu... Geçmiyor, diğer üzüntülere eklenerek yoluna devam ediyor...

Beynimden sızıyor sanki tüm hücrelerime, yayılıyor, yayılıyor... İç sızlatıyor... Yolunu bulup evine, kalbe ulaştığında artık o sızı acıya dönüşüyor... Kanattığını hissediyorum adeta...

Tabii artık o acıyla nasıl geçerse saatlerin, günün öyle geçiyor... Diğer şeyler de eklenince... Çok klişe ama artık yaşamak gerçekten işkence oluyor...

Neden böyle oluyor bilmiyorum, bir yardıma mı ihtiyacım var, hiç bir fikir yürütemiyorum...

İçimde o çizmeyi çok sevdiğimm sayısız dallı bir ağaç çıktığını hissediyorum gerçekten... Üzüntü ağacı...

Mesela şu an o dallardan biri, minicik bir kedi için... Hergün mama yemeye pencere altına gelip bekleyen minişimiz... Şu an donuyor mu, aç mı, susuz mu, tehlikede mi vs vs? Tüm bu sorular beynimi kemiriyor... En önemlisi sevgisiz... Ve onun gibi binlercesi var... Ve diğer hayvanlar... Ve insanlar... Bu vicdan azabıyla nasıl yaşanabilir ki... Nasıl güzel bir gün olabilir ki?

Diğer üzüldüklerimi yazamayacağım için es geçiyorum, susup yutuyorum...

Perşembe, Aralık 16, 2010

Oturmaya da bekleriz...

Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği'nin engelliler için düzenlediği 'Oturmaya da Bekleriz Projesi'ne birbirinden ünlü yardımsever konuklar katılıyor. Bu proje için bir araya gelen ünlü isimlerden her biri kendi özel sandalyelerini tasarladı. Akşam'da yer alan habere göre; omurilik felçlileri yararına düzenlenen bu destek amaçlı etkinlik Ataköy Plus Alışveriş Merkezi'nde 5 Ocak tarihine kadar devam edecek.

Hayat kimilerine adil davranmıyor. Her an herkesin başına gelebilecek trafik kazası ya da yüksekten düşme sonucu omurilik felcine yakalanmak an meselesi. Ömür boyu birlikte yaşamaya alışmak zorunda kalabileceğiniz bu hastalık sizi özgürce hareket etmekten alıkoyuyor. Felç nedeniyle hareket imkanı kısıtlanan engelli vatandaşların yaşamını kolaylaştırmak için 'Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği' 2005 yılında 'Harekete Geç, Harekete Geçir' sloganıyla akülü tekerlekli sandalye kampanyası başlattı. Başta omurilik felçlileri olmak üzere tüm ortopedik özürlülerin tıbbi, mesleki ve sosyal sorunlarının çözümüne katkı sağlamak amacıyla düzenlenen kampanyaya ünlü isimler de katkı sundular.

İstanbul Modern Sanatlar Galerisi ile ortaklaşa hazırlanan kampanyanın ev sahipliğini ise Ataköy Plus Alışveriş Merkezi üstleniyor. Proje kapsamında tiyatro, sinema ve müzik dünyasının birbirinden ünlü isimlerinin tasarladıkları çok özel sandalyeler satışa sunulacak.

KİMLER KATILIYOR?

Proje kapsamında ahşap köy sandalyelerini tasarlayarak katkıda bulunan tiyatro, sinema ve müzik dünyasına damga vurmuş isimler arasında Cem Yılmaz, Ajda Pekkan, Hatice Gökçe, Seda Sayan, Erdem Akan, Yonca Lodi, Murat Akkoyunlu, Zerrin Tekindor, Latif Demirci, Sonay Dikkaya, Doğan Öncel, Bengü, Sezin Akbaşoğulları, Ozan Güven, Özlem Kalaycıoğlu, Ebru Akkamış, Sema Bicik, Murat Boz, Hıncal Uluç var.

İşte ünlülerin yaptığı o güzel sandalyelerrr!

İlgi çekici bir projeymişşş...

Peki ya benim finalim?

Kitapların, dizilerin, filmlerin veya ne biliyim okullarımın sonu yani finali hep üzmüştür beni. İçimi burkar hep birilerini, birşeyleri bir daha hiç göremeyecek, haber alamayacak, hissedemeyecek olmak... Ama bu sefer hissettiğim bunlardan daha başka...

29 Aralık'ta Yaprak Dökümü bitiyor ya hani... Finale "Son 2 Bölüm"... Bu cümle hep içimi acıtıyordu bugüne kadar... Ama bugün bambaşka bir duygu hissettim... Farkettiğimde ben bile çok şaşırdım...

KISKANDIM!

Evet, gerçekten öyle oldu... Birden içimden "Ne güzel, bitiyorlar!" diye geçirdim, onlar için sevinerek... Sonra buruklaştım yine... Ama bu kez kendim için... Peki benim finalim ne zaman?

Aslında şimdi yazarken o an neler hissettiğimi tam ifade edemiyorum çünkü o kadar yabancı bir duyguydu ki bana bu...

Finallerin bazen gerekli, arzu edilen, özlenen, beklenen ve özenilen(!) bir olay olabileceği şimdiye kadar hiç aklıma gelmemişti.... Hele ki benim için... :(

Yapımcım ve yönetmenimden erken bir final talep ediyorum... Mutlu/mutsuz farketmez... Başrol oyuncusu yorulmuş, yıpranmış, devam ettiremeyeceğini hissediyormuş; iyi de rol yapamıyormuş zaten... Diğer oyuncular da çoktan yeni projeleriyle ilgilenmeye başlamışlar bile...

Fazla uzarsa saçmalayacağı ortada... Güzel bitirelim, akıllarda kalsın...

Bölüm diye beklerken "FİNAL" yazısını görelim artık...

Çarşamba, Aralık 15, 2010

Hadi hemen yapalım!



Annemle "belediyeler sokaklara kulübeler yapsalar ne güzel olur yaa" derken ertesi gün bu videoyu görmek, ayrı bir ilginç oldu...

Pazartesi, Aralık 13, 2010

Karışık, karmaşık, karmakarışık...

Artık neler hissettiğimi ben bile çözemiyorum. Çok sıradan olmasına rağmen ilginç bir gündü...
Nedir bu kadar içimi yakan?
Doğru mudur?
Kimin, kimlerin suçudur?
Suç değilse de sorumlusu kimdir?
Yoksa...

Ben miyim?

Cumartesi, Aralık 11, 2010

Soğuk, gittikçe daha da soğuk...

Pasha'ya kardeş edinip hergün mama verdiğimiz 2 miniş bugün yok... Muhtemelen soğuktan korunmak için bir yerlere sığındılar :( Onları düşündükçe zaten sıkkın olan canım daha da sıkılıyor... Sadece onlar mı? Tabii ki değil, yüzlerce hayvan ve sokakta... Aç ve açık... :( Tarifi yok bunun. Kışı ve karı çok sevmeme rağmen artık içimde anlamsız bir öfke ve nefret kaplıyor... Hemen yaz gelsin :(

O da soğuk!

Aklımda 1001 düşünce... Susmayan bir yürek ve beyin var gücüyle sonumu hazırlıyor gibiler... Hep aynı soru kalıbı: "Neden...?"

Bugünlerde herkes/herşey üstüme geliyor gibi zaten... Bu da yetmiyormuş gibi anlayamadığım davranışlar... Sürekli birşeylerle karşılaştırıyorum(tırılıyorum)... Böylece daha da mutsuz oluyorum...

Bir de meşhur "sanma"larım yok mu! Devamlı birşeyler sanıp sonra kendi kendime onları çürütme halindeyim... Sonra yenileri geliyor... Tek bildiğim haketmiyor oluşum... O kadar üzgünüm ki... Yapacak birşey yok zaten düşündüklerim doğruysa... Kabullenme zamanı geldi sanırım! Nasıl olacaksa...

Güneş yine başkalarını ısıtmak için sırtını döndü...
Karanlık her yer...
Üşüyorum...

Ve başka Güneş de yok... Varsa da gözlerimi kapadım, görmek bile istemiyorum!

Pazar, Aralık 05, 2010

Koşmak istiyorum...

Koşmak istiyorum ama kaçıp gitmek için... Soluk soluğa kalayım... Kalbim sadece koştuğum için çok çarpsın... Sadece daha hızlı koşamadığım için içim yansın... Tek endişem gidebilmek için gecikip gecikmeyeceğim olsun... Tek hayalim kaçıp kurtulabilmekten başka birşey olmasın... Beni tek anlamayan o an üzerinden atladığım yolun ortasındaki taş olsun... Hiçbir şey düşünemeyecek kadar hızlı koşayım... Benden önce başkası kavuşur mu diye delice kıskandığım sadece sonum olsun... Yalnızca, koşarken gözüme çarpan bir kaktüse, değmek için elimi uzattığımda dikenlerini batırdı diye kırılıp küseyim... Belki de nedensiz çılgınlar gibi koşayım... Sonra bir an bir ses duyayım... Aynı anda derin, ince bir sızı... "Acıya alışığım ki ben. Devam edebilirim..." diyeyim... Bir adım daha atıp "Devam etmeliyim!"... 

Gücüm su gibi boşalınca yere serileyim... Her zamann olduğu gibi umudumun kırılmasına izin vermeyip kendime belki de son kez cesaret vereyim... "Kalkabilirim!"... Yerden destek elip kalkmak için elim son kez kıpırdansın... Yüzüm soğuk, sert asfaltın farkına varırken benim için de yavaş yavaş kabul ediş bölümü başlasın... "Artık kalkamayacağım..."... Hayallerimle vedalaşırken yine yüzümün görünmeyen tarafından yaşlarımı sessizce akıtayım... O an yaşadıklarım gelsin aklıma... Koşmadan önceki tüm hayatım... Doğduğum o küskün günden itibaren ki yaşamım... Tercih yapamadığım ilk gün... Ondan sonraki hayatıma giren tüm insanlar, yaşadığım tüm olaylar... Ailem...  Çok sevdiklerim, nefret ettiklerim... Gülüşlerim, ağlayışlarım, başarılarım, başarısızlıklarım... Kızgınlıklarım, kırgınlıklarım... Hayallerim, umutlarım, hayal kırıklıklarım... Benim olan ve olamayan herşey... Hayatımdaki herşey geliversin karşıma... "Tıpkı dedikleri gibi" diye gülümsemeliyim son kez... "Hayatım, film şeridi..."... 

Gözlerim ağırlaşıp zihnim bulanıklaşsın... İçimdeki herşeyin boşalıp akıp gittiğini hissedeyim... Garip bir huzur sarıp sarmalasın beni... Sonra birden aklıma gelen birşeyle gözlerim var gücüyle açılsın... 

"Yürüdüm! Ne yürümesi ya... Koştum! Koşuyordum!"... "Eee yani? Başkaları için çok önemli diye önemliydi bu belki de benim için... Önemliydi çünkü her güzel şey ona bağlantılıydı, öyle görüyorlardı yani herkes... Onlar gibi olmalıydım, olabilmeliydim bir gün... Daha çok insan, kız, kadın, evlat, arkadaş olabilmem için... Hissettirmemeye çalışsalar da farKlılığı kabullenemediklerini bazen sözlerinden bazen gözlerinden anlayabiliyordum... Beni çok seviyorlardı ama yürürsem sanki daha çok sevecek gibi bir halleri vardı... Tamam, benim için istiyorlardı, benim mutluluğum için... Haksızlık ediyordum onlara ama onlar da bana haksızlık etmemişler miydi? Farkında bile olmadan?"

Tüm bu düşünceler aslında saniyelik bir dilimde geçsin aklımdan... Artık hiçbirinin öneminin olmadığını, tüm üzüntülerimin yavaş yavaş yok olduğunu anladığımda, mutluluğum tüm dünyaya yayılsın usulca kapanan, suskunluğumda konuşan gözlerimden... Huzura kavuşan yüreğimden...


Arkamdan üzülmesin kimseler diye bir işaret bırakayım... Kalıcı bir işaret... Üzgünken bile yapabildiğim bir şey olsun... Gülümseyerek veda edeyim onlara... Gerçekten mutlu olduğumdan şüpheleri olmasın yüzüme baktıklarında... Bakanlardan duyduklarında...

Gerçek bir veda olsun benim için... Gerçek ama güzel bir son...


Yaşamak, koşmak mıydı?
Aynı yolda, aynı yöne gidiyor oluşumuz yetmez miydi? 

Yetmez mi?

Çarşamba, Aralık 01, 2010

Ön yargılı olmayalım! mı? :p

Ön yargılı olmayı da ön yargılı insanları da kimse sevmez ama çoğumuz öyle ya da böyle ön yargılı davranırız kabul edelim...

Ben de ön yargılı olduğumu zaman zaman fark ediyorum, farkettiren birşeyler oluyor daha doğrusu...

Örneğin, bu ara deli gibi kitap okuyorum... oyalanmak için, başka hayatlarda kendimi kaybetmek için vs vs... Herneyse konumuza geri döneyim... Çatı bitince anneme yine Ayça Abla'nın kitaplarından getir dedim. O da 2 kitap getirmiş; Albert Camus - Yabancı ve Agatha Christie - Ceset Dedi ki...

Agatha Christie her türlü okunacağı için onu sona bıraktım... Albert Camus'la ilk tanışmamdı(geç kalınmış tanışma)... Ve daha kapağından, yayınevinden "Çok sıkıcıdır bu yaa... zaten bu yayınevinden çıkan kitapların hepsi öyle, ağdalı bir dil, upuzun karmaşık cümleler, off ne biçim boğulcam okurken..." diye başlamayı bir süre erteledim önce... Sonra zorla elime aldım... Ve düşündüğümün tam aksiyle karşılaştım... Yalın, oldukça kısa cümleler, çok sade, akıcı bir dil... Tabii ki basit bir roman değil, derin anlamlar yüklü aslında o kısacık cümleler... Sadece ilk 30 sayfa fazla yavaş geçiyor, ondan sonrası çözülüyor hızla. 2 günde bitti zaten...

Kısacası, doğduğumdan beri ön yargılı insanlara kendimi ispatlamaya çalışırken hala bu kadar ön yargılı olmama şaşırıyorum, bu tutumumdan her seferinde utanıyorum...

NOT: BENİ TAKİP ETMEYİ BIRAK ARTIK! İyiyim ben...

Korktuklarımı kendime çekmekte üstüme yok!

İsyan değil bu ama niye çok isteyenin kalbi durmaz da diğerlerinin durur merak ediyorum...
Tükenme yolundayım...
Bitiyorum...