Pazar, Ağustos 23, 2009

Bu su hiç durmaz...

Ay olmaktan yoruldum, üstelik artık gölgem bile düşmüyor dünyaya... Çünkü.... neyse... şu sözleri çok sevdim; şimdilerde Gülben Ergen'in yorumladığı, Bülent Ortaçgil'in "Bu su hiç durmaz" şarkısının sözlerini...

Kar gibi örttüm üstünü, içinde tüm çiçekler
Birer birer titrediler
Uykusuzluğundan belli, kafanda birikintiler
Teker teker döküldüler

Sen hep kendine önlemler aldın
Ben kendime yasaklar koydum
Önümüzde barajlar var
Bu su hiç durmaz!..
Bu su hiç durmaz!..

Yaşamak dopdoluydu akan pınarlar gibi
İnanmayanlar beklediler
Umutlarını borç verdin, cebinde hiç kalmadı
Dostların anlamadılar

Nar gibi güzelliğin gizliydi vereceklerin fazlaydı
İnsanlar inanmadılar
Sustun sustun konuşmadın, sonra kaçtın arkana bakmadan
İnsanlar şaşırdılar...

Salı, Ağustos 11, 2009

Sayenizde...

Öyle boş boş oturacağıma geçen gün farkettiğim birşeyi yazayım dedim...
Nereden başlasammmmm... Farkettim ki şuan sahip olduğum bütün yeteneklerimin, daha doğrusu mesleklerimin ve iyi yapabildiğim şeylerin, ilginç bir şekilde geçmişte önüne engeller koyulmaya, beni soğutmaya veya yıldırmaya falan çalışılmış neredeyse ama ben farkında olmadan sanki hırs yapıp o konularda uzmanlaşmışımmm:))

Şimdi anlatınca anlayacaksınız...

Ortaokula yeni başlamıştım... Türkçe dersinde daha önce yani ilkokuldayken sınavlar, sadece test şeklindeydi yada dilbilgisinden oluşan yazılı sınavlardı... Ortaokulda Türkçe Öğretmenimiz(kulakları çınlasın Y.Yılmaztürk, beni sağır sanmıştı:))ayyyy ne çok gülerdik Sedaylaa, bazı insanlar böyle işte yürüyemeyince insanın hiçbir yeri çalışmaz sanarlar, neyse bu ayrı bir blog konusu) böyle sert, kendine göre disiplinli olmaya çalışan bir hanımdı. Herneyse ilk sınavda, sınav kağıdını görünce şok olmuştuk... 5 normal yazılı sorusu ve 50 puanlık kompozisyon yazma! Hayatımızda kompozisyon yazmanın ne olduğunu bilmeyen bize, "Zanaat altın bileziktir." sözünü anlatmamız isteniyordu... Bir kere zanaat ne demektir, onu bile bilmiyorduk... Dolayısıyla hayatımın ilk ve son 2sini aldım bir güzellllllll... 85-90a bile üzülen ben, ağlamaktan ölmüştüm... Nasıl düzelteceğim notumu diye üzüle üzüle kendimi bitirdim... Dönem ödevi alıyım dedim, öğretmenimizden bir darbe daha geldi... Ödevim: Cevat Şakir Kabaağaçlı(Halikarnas Balıkçısı)'nın bir kitabının özeti!!! Hiçbir sayfasını, paragrafını, satırını hatta kelimesini bile anlamıyordum... O kadar ağır ve sıkıcı bir kitaptı ki sadece benim değil, ailemizin kabusu oldu... Herneyse sonraki sınavlarımda 5leri aldım... Kompozisyon yazmayı öğrenmiştim artık... Duygularımı, düşüncelerimi yazıya dökmek çok hoşuma gitmeye başladı... Sonra lise ve üniversitede %100leri alırken aynı zaman yazılarım beğeni ve övgü de almaya başladı... Yani o 2 notu ve Türkçe Öğretmenim sayesinde(!) bugün güzel şeyler yazabiliyorum... :)

Sonraki konu ise, ben resim yapmaya bayılırım... Daha 3 yaşından beri elimden kalem ve kağıt düşmez... Ki biliyorsunuz hastalığımdan dolayı kalemi zor tutabiliyorum bazen ama bu hobime hiçbir zaman engel olmadı... Pastel, kuru, guaj, sulu... Hiç farketmez... Resimde kompozisyon oluşturmamı çok beğenirdi ilkokul öğretmenim... Hatta o zaman karikatür bile çizerdim... Panoya falan asılırdı... Bir resim yarışmasında ödül kazanmıştım... Herneyse orta okulda bir resim öğretmenimiz vardı... Resim öğretmeni olduğunu sadece yüzünden anlayabilirdiniz... Kendini iyi boyardı çünkü... Derste bile makyaj yapardı... Doğal olarak derste ne yaptığımızla ilgilenmezdi... Ben de resimleri yetiştiremezdim bazen ama sadece hani o boş yerleri de boyamanız gerekir ya, işte sadece o kısmı yetiştiremezdim, evde tamamlardım... Zaten sınıfın yarısından çoğu resim bile yapmazdı, evde birilerine yaptırıp getirirlerdi... Neyse not verme zamanında, herkes tek tek hocanın yanına gidip gösterirdi... Benimkileri de Seda götürürdü... (İçimden neler diyorum şu an bir duysanız:p) Bu hoca(!) derdi ki: "Bunları o mu yapıyor? Annesi yapıyordur, neyse!"... Duyardım ben... E be kadın makyajdan önünü göremiyorsun, bir zahmet derste dolaşsaydın makyajını bırakıp görürdün kim yapıyor o resimleri!!!:))) Erkeklerin notuna bakmadan 5 verirdi bir de niyeyse:))) Herneyse bir ara resimden soğumuştum gerçekten... Ama artık yine resim yapmak en özel zevklerimden biri... Sayesindeeeeeeeeeeeeee(!)... Yoksa şimdi de mi annem yapıyorrrrrrrr:))))
Diğeri ise liseye yeni başladığımda hazırlık sınıfı öğretmenlerinden bazıları, işte kayıt olurken aileme “Bu okulu yapamaz, burası çok zor. Siz kendi duygularınızı tatmin etmek için çocuğu yormayın!” demişlerdi. Lisem, yabancı dil ağırlıklı liseydi ki zaten yabancı dile ilgim küçüklükten başlıyor... Orta okulda İngilizce ve Fransızcam hep 100dü yani... Neyse lisede de daha okulun ilk haftasından itibaren başarımı gördükçe hatalarını anlayarak çok pişman oldular... Liseyi de zaten birinci olarak bitirdim ve üniversitede de yine İngilizce-Türkçe Çevirmenlik Bölümünü seçerek Çevirmen oldum... Bunlar da lisedeki öğretmenlerimin sayesinde(!)...

En sonki de(aslında mutlaka vardır da hatırlamıyorumdur diye yazıyorken hatırladım:)))onu en son anlatayım), çalıştığım yerde önceden operatördüm ve 1 ay da özel dosya haberleri hazırlamıştım... Sonra kadro değişti falan, ben haberlere devam edemedim... Daha sonra gece editörü arıyorlardı yani 18-24... Ben de editör olmayı çok istiyordum... Söylemiştim ve tam başlayacakken oradaki bir editörün bir takım engellemeleri oldu muhtemelen, öyle tahmin ediyorum yani... O zaman çok üzülmüştüm... Neyse 1 yıl sonraaaaa şirketimiz başka bir şirketle birleştiiiii ve beni editör olarak işe aldılar... O arkadaş şimdi yok zaten yani şu an onun yaptığı iş ben yapıyorum, haber editörü olarak.... Sayesinde(!)...

Şimdi anlatacağım ise en önemlisi sanırım... Ailem beni yaklaşık 1 yaşındayken Prof. Dr. Yavuz Renda'ya götürmüşler... Benim için demiş ki: "Ancak ilkokulu bitirebilir zorla... Normal zeka 100 ise, o 70 sınırında olur!!!"... Tabii ailem yıkılmış... Dünyaları kararmış... Sonra zaten yapılan her zeka testinin sonucunda normalin üstünde pratik zeka çıkmışım... Tabii ben bu olaya şimdi çok gülüyorum ama ailem hala çok sinirli bu doktor(!)a karşı... Ama sonuç olarak şuanki durumumdayım... Yavuz Renda'ya alkışlarrrrrrrr... Niye? Onun sayesindeee(!)...

Bu yazıyı yazarken "ayy kendi mi övüyor gibi oldum yaaaaa" diye yazmasam mı yoksa şeklinde sıkıntılar yaşadım... Ama bu konuyu da başka türlü anlatamazdım... Sonuç olarak, bana ilginç gelen bu durumlar tesadüf mü yoksa bilinçaltıyla mı ilgili bilemiyorum... Ama bir bağlantı olduğu kesin bence... İnsan isterse herşeyi yapabilir gerçekten galiba...

Yazımı aklıma şuan gelen Nil'in bu sevimli şarkısıyla bitiriyorum:p
"insan neler yapar isteyince,
bu bir şey değil düşününce,
ben de tarifi öğrenince,
kalktım sana kek yaptım" ;)

Pazartesi, Ağustos 10, 2009

İşte...

Blogumun isminin kaynağını merak edenlere...

5 E 3 KALA
Sustugumda yuttuğum şeyleri
Peki hiç sen duyabildin mi?
Sustum yine işte,
Bak bu sefer iyi dinle!

Gökyüzüm kapkaranlıktı...
İçim odama sığmadı....
Az önce yagmur yagdı,
Yoksa sen agladın mı?

Artık sadece gökyüzümüz aynı
Ağlarsam senin de gökyüzün ıslanır mı?
Bak işte orda bir yıldız kaydı,
Sende de kayan aynı yıldız mı?

Ben ağlamıyorum düşme diye sen!
Sen ağladın da mı düştüm yoksa ben?

Peki kimin için agladın sen?
Yani kim ugruna düştüm ben senden?
Belki de hiç sende olmamışken,
Nasıl bitecek bu işkence bilmem ben...

Sımsıkı kapadım gözlerimi,
N'olur görmesinler seni...
Çıkartıp attım işte o 5 harfi...
Yazamayacaklar artık ismini!
(03.02.2008, 01:43)

Cumartesi, Ağustos 08, 2009

İçimden bir cenaze kalktı bugün...

"İçimden bir cenaze kalktı bugün,
İçimde ölen biri için.
İçim ağladı
Ama ben ağlamadım.

Cenazeye kendimi çağırmıştım ama içim el vermedi, gidemedim.
Seni de çağıramadım kendi cenazene,
Görmeyesin içimi o haliyle diye.
Ama bu sefer de rahat etmedi ki içim.

Gelseydin kim bilir, suçlayacaktın belki içimi.
Niye öldürdü diye seni...
Oysa nerden bileceksin ki,
Sensin senimin, içimin içinin tek katili…

Kıyamadım çıkarıp atmaya seni,
O yüzden gömdüm içimin taa derinine kalan sevgimi…
Acıtmaya başlamıştı çünkü beni,
Yani sevmek, başkasının içi olmak isteyen birini…"


Ne zaman yazdığımı hatırlayamıyorum... Sanırım sonunu da getirememişim... Tek hatırladığım, saat gece 02-03 arasıydı, Seda ile msnde konuşuyorduk... Şu anda da sanki Seda'nın anlattığı birşeyden etkilenip yazdığım gibi birşey geldi aklıma... Sonra ona göstermiştim, beğenmişti o da... Muhtemelen 2006-2007 arası... O zaman da duygularım yoğundu...
Herneyse işte geçen gün tesadüfen gördüm, bir yazıyım dedim bloguma... Siz de beğenirsiniz belkiiiiii:p

Cumartesi, Ağustos 01, 2009

"Eski ile Yeni" mi???


Sabah yatakta kendimi uyanık ve "eski ile yeni" sıfatlarını düşünürken, hatta tartışırken buldum... Nereden çıktığını bilmiyorum... Rüyamda gördüğüm birşey mi etkiledi, onu da hatırlamıyorum...

Herneyse sonra farkettim ki bu tartıştığım şeyler baya mantıklı geldi... "eski" sıfatı nereden geliyor ki diye düşünüyordum... Birşeyi "eski" diye nitelendirebilmek için onun "yeni"sinin bulunması gerektiğini farkettim... Yani "eski"ye "yeni" neden oluyor...

Mesela bir kaleminiz var, yıllardır sizinle olan ve kullana kullana belki üzeri aşınmış bir kalem... Ama onu "eski" diye adlandıramazsınız... Yani birisine "kalemimi versene" dediğinizde ve o da size "hangi kalemin?" diyee sorduğunda "eski kalemim" cevabı saçma olur... Tarif etmek için "sarı, uzun, kalın, tükemmez vs" gibi birçok nitelendirme sıfatını kullanabilirsiniz... Cevabın "eski kalemim" olabilması için o kalemin aynısının(tüm özellikleriyle) yenisine sahip olmanız gerekir... Ama bu kez de yıprandığı için değil, bir önceki kaleminiz olduğu için "eski" diyebilirsiniz...

Diğer yandan, dünyadaki hiçbirşeyin aynı özelliklere sahip olmadığını düşünüyorum... Dolayısıyla birşeyleri "eski" diye adlandırmak yanlış ve saçma geliyor... "yeni" sıfatı olabilir ama karşıtı "eski" olması :S Bilmiyorum, böyle düşününce mantıklı gelmiyor... Hele ki bu mantıkla "eski aşkım" fln lafları iyice saçma geliyor... Şuanda ikiziyle mi birliktesin ki?! Kaldı ki, ikizlerin bile ruhları farklı...

Sonuç olarak, belki hiçbir şeyimi/kişimi/eşimi/dostumu eskitmediğim için bana böyle geliyor olabilir :s "eski" sözcüğü beni hüzünlendiriyor :( Sanki "eski" deyince "unutulmuş, bir kenara itilmiş, yerini bir başkası almış, artık sevilmeyen, kullanılmayan, zavallı vs" gibi duygular uyandırıyor bende... Hayatımdaki hiçbirşeyi bu kategoriye koymadım ben... Ondandır muhtemelen "eski" lafını sevmeyişim ve hiçbir varlığa yakıştıramayışım...

Böyle işte... Saçmaladıysam da kusura bakmayın...:p